Ben kimim ?..Komşum kim ?..
Komşumun benimle, komşusu ile ilgisi, ilişkisi, kan bağı var mı?..
Bu soruyu kendi kendime sormaya başladığımda 1950’li yılların sonlarıydı, ortaokuldaydım.
Kalecikkaya’ da 1945(1944 ) yılında doğmuştum. Ali Kantemir (dedem) erkeklere, Leyla Özkan (babaannem) kızlara Kur’an okutuyor, Halit Kantemir (dayım), kendi köyümüzün ve komşu köylerin marangozluğunu üstlenmiş; Hasan Özkan (amcam) köy muhtarı, Kazadan gelen memur ve askerler evimizde; Hüseyin Özkan (babam) bakkal : çoluk-çocuk ve büyükler dükkanda…Ve aileye 8 yıl sonra katılmış el üstünde tutulan, bir dediği iki edilmeyen bir çocuk: Ben….Böyle bir ortamda geçtiği için günlerim- çocukken büyüdüğümden olacak– çocukluk günlerimde gördüklerim ve duyduklarım, daha büyük yaşlardaki yaşadıklarımdan daha çok yer etmiş bulunuyor hafızama…….
Maharetli, titiz ve temiz hanımlar, duvarları kerpiçten: çatısı topraktan ve birkaç basamak ile çıkılan bir sundurmadan içeri girilen, genellikle iki odadan oluşan evlerin içini ve dışını ölümü göze alarak-büyük halam Erzade (Zahide) Çetinkaya’nın kızı Necibe Güngör toprak altında kalarak öldü – yeraltından çıkardıkları toprak boyalarla beyaz renk , sundurmanın zemin kısmından 30-40 santimlik kısmını ise mavi renk badana ile güzelleştirir : dış görünümüne hoş bir hava verirlerdi…Bu titizlik evlerin önündeki bahçelerde de görülürdü 😮 zamanlar duvarsız bahçe yoktu, köyde…Bütün bahçeler bir düzen içinde taş duvar ile çevrilmiş durumdaydı: bugün olduğunun tam tersine!…
Evin hanımları, bu bahçelerde kendilerinin ihtiyacını karşılayacak her çeşit sebze ve meyveyi yetiştirir; köyün evleri yeşillikler arasından görünmez olurdu…Haşhaş ve tütün ekimi yapılırdı;
Bugün köyümüzde imam evi olarak yapımı tamamlanan yerde, duvara sırtlarını vermiş iki-üç Ninenin –Fatma (Metin), Azize (Demiral) ve Ayşe (Kığılcım) Ebeler olsa gerek– lüle (ağızlık) ile kendi ektikleri tütünleri tüttürmelerini ; küçücük bakkal dükkanımızın bir köşesindeki geniş borulu gramofonu görmek ve dinlemek için komşu köylerden gelenleri ; bakkalın önündeki dam başında, İstanbul’a gidip-gelen ve o günlerde kimsede olmayan yeni elbise takımı: ceket, köstekli saatli yelek, potur pantolon ve çizmesi ile en iyi halay başçılardan olan Elvan Kaya’nın, nişanlısı’ nın evine kaçamak bakışlarını; kış günlerinde köy odasında – dükkanın hemen önünde idi – erkeklerin, geceleri sabaha kadar ceviz oynamalarını; kazananların, yediklerinden arta kalan cevizleri kendilerine satan babama geri verdiklerini; bir gece, kadın-erkek, çoluk-çocuğun, Sultan Güç’lerin evi ile evimiz arasına yakılan koskocaman ateşten saatlerce atlayarak eğlenmelerini hayal meyal da olsa hatırlarım…..
Ve emsallerim gibi yalınayak veya takunya, çarık ve benzeri şeylerle dolaştığımız 1951 öncesinde, köyde celeplik yapan Adil-Elvan Kaya kardeşlere zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak için hayvanlarını katarak satmaya götüren köylülerimiz ile bakkallık yapan babamın, eksiklerini tamamlamak ve bana ayakkabı almak için Alaca’ya göç yolundan hayvanlar önde, bizler arkada yürüyerek gittiğimizi nasıl unutabilirim…
Okul çağına gelmiştim;Köy’de okul yoktu… O günlerde, Alaca’da bakkallık yapan ve Köyümüzden göçmüş olan Celil Olgun ölmüş; dükkanı işletecek kimseleri de olmadığı için satın alması için babama teklif yapılmış; Köyün, hatta Alaca’nın en iyi okur-yazarlarından biri olan babam- Maarif Vekaleti =Milli Eğitim Bakanlığın’ dan kendisine Eğitmenlik teklifi de yapılmıştı- beni okutabilmek için Celil Olgun’un varislerinin teklifini kabul ederek dükkanı satın almış ve 1951’in sonbaharının son günlerinde, kimsenin cesaret etmediği çok kötü bir havada Rahmetli Resül Doğan’ın atlı arabasına sığan bir ev eşyası ile Alaca’ya göç etmişti.
Alaca’da, Köyümüzden Celil Olgun’dan başka Hüseyin &Ayşe Çakatay’ların kızları TENZİLE & Mustafa Polat; Mehmet Celal ARSLAN’ ın baldızı Fatma & Celalettin kızı Emine’nin oğlu BİLAL & Fethiye TEKİN; Nuri PEKTEMEL’ in annesi Nuriye’nin amcasının oğullarından SIDDIK & Şefika Yücel; Gölpınar’ dan Çağatay’ ların dünürlerinden ZİYA & Lebile – Hüsniye Şenel ve İsmail & Şükriye Acar = Şenol’ ların komşusu olarak Ayhan Mahallesine yerleştik…
Alaca’da ,o günlerin tek ilkokulu olan Dumlupınar İlkokuluna kaydım yaptırıldı…Alaca’ya göçtüğümüz ilk yıl ilkokula başladığımda hala tatarca şivesi ile konuşuyor; çok zaman sınıf arkadaşlarımın gülüşmeleri ile karşı karşıya kalıyor; utancımdan ter döküyordum…” Ben Kimim-” sorusu bilinç altında da olsa işte o günlerde başlamış olsa gerek !…
Oğulları askerde olan köylülerimiz , Cuma günleri pazara geldiklerinde , henüz okuma-yazmayı yeni söktüğüm sıralarda bile bakkal dükkanımızda , okuldan dönmemi bekler ; asker mektuplarını okutmak veya onlara mektup yazdırmak için beklerlerdi , beni…Onlar söyler ben yazardım!..Mektuplar hep “derunu dilden ve canı gönülden “diye başlar, köy de olup bitenler; doğanlar-ölenler-evlenenler hep tekrarlanırdı..
Yıl 1957..İlkokulu bitirmiş; Ortaokul öğrencilik günlerim başlamıştı… Ancak bir ayağım Köy’de idi. Hatta yaz tatilimin birinde Halit Dayımın marangoz dükkanında çıraklık da yapmıştım. yine bir yaz- harman vakti, Kavun-karpuz da sattım köyde..-o günlere ait tüm fotoğraflarımı ne yazık ki kaybettim-Düğünler ve bayramlar gibi özel günleri hiç kaçırmazdım..Bir başka olurdu o günler:
Bir çok düğün adeti vardı. Davul-zurna eşliğinde, bayrak dikilmesi; damat evinden kız evine, yemeklerde kullanılmak üzere etlik hayvan (sokum) götürülmesi; yemeklerin pişirilmesinde kullanılmak üzere kütük sökmeye gidilmesi; Karakucak ve yağlı güreşler ve çocuklar arası koşma yarışları tertip edilmesini gibi…Çocuklar arası etkinlikleri rahmetli Faik Özdemir (öbere payık) düzenlerdi; Favori yarışçısı bendim ve rakibimse yine rahmetli olan arkadaşım Nazım Seçir idi…
Bayram günlerinde genç kızlar ve delikanlılar en yeni giysilerini giyer, kaçma-saklanma olmadan birlikte PALTEREK’te kurulan salıncaklarda nerede ise tüm gün sallanarak eğlenirlerdi…
Kalecikkaya’da doğan ilk kuşaktan yaşayanlar da çoğunluktaydı o zamanlar: Şimdi hepsi Rahmetli olan, Ali Kandemir’le dini konuları konuşur; Mustafa Günay’ dan kurtuluş savaşı anılarını, kahramanlık şiirlerini büyülenmiş durumda dinler; Şahin Seçir ile ay , yıldızlar , güneş ve yağmur yağması ile ilgili tartışmalarımız olur ; Davut Tokgöz ile oturur göçmenliğimiz ile ilgili babasından (benim de büyük dedem Ahmet kahyanın kardeşi olan sarı Mehmet’den) duyduklarını anlattırırdım…
Ortaokulu bitirdiğim 1960 yılında Alaca’da lise yoktu..Tahsiline devam etmek isteyenler Çorum veya Yozgat’a giderken Ben Ankara’yı tercih ettim .
…O yıllarda Kalecikkaya’dan, Mebusevlerin’de bahçıvan-kapıcı olarak çalışan 3 aile vardı: Mehmet Kantemir, Yusuf Aydoğan ve Nuri Metin…
Birde yaz aylarında Dikmen taş-kireç ocaklarında çalışmaya gelen; çalıştıkları yerlerdeki koğuşlarında yatıp kalanlar –kısa müddet de olsa onların yanında da çalıştım– ile Siteler’ de marangoz olarak çalışan Bahri Arslan, Şevket Özdemir vardı…
Ben, Atatürk Lisesine kaydolduğum birinci yıl, 2 ay Mehmet Kantemir’lerde; sonraki 2 ay Nuri – Kaniye Metin’lerde ve 2. sömestrinden itibaren Hava Orgeneral Zeki Doğan Paşalarda misafir olarak kaldım..
- yıldan itibaren Şevket Özdemir, Necati Dedeli ve Zeki Alçakır’ların kaldığı birisi banyo-mutfak, diğeri yatak odası olarak kullanılan iki odadan ibaret bekar evine taşındım..
Aynı günlerde, yarım gün, Konya senatörü Muammer Obuz’ un avukatlık bürosunda çalışmaya başladım: Senatör,Finlandiyalı kökenli Lale Hanımla evli ve çocukları da yoktu. Beni oğlu yerine kabul etti… senatör, büroyu yalnızca seçmenleri ile buluştuğu bir yer olarak kullandığından genellikle boş olur; ben de rahatça ders çalışırdım!…
Ankara’ya gelenler başka gidecek yer olmadığından bizde kalır ; bazen bir yatakta 2-3 kişi kaldığımız olurdu. Bu nedenle köyden haberler eksik olmazdı… Ayrıca düğünler – bayramlar nedeniyle her zaman köyde bulunurduk, bekârlık arkadaşları ile birlikte…
Liseyi bitirince 1964 yılının son günlerine İmar ve İskân Bakanlığı’nda memuriyete başladım. Buna rağmen büronun anahtarı bende idi…Hem çalıştım hem okudum Ve Dil ve Tarih – Coğrafyası Fakültesi’ni bitirdiğim 1970 ‘li yıllarda “Ben kimim”,“Biz kimiz”,” Atalarımız kim”,”Nereden geldik” düşüncesi yine aklıma geldi;
Köyde doğan ilk kuşaktan (Allah Rahmet Eylesin) İsmail Arslan (Kacal İsmail) ile Mehmet Kantemir’in (Kıtıl’ın Mamediye’sini) bir yakınımın düğününde bir arada sohbet ettiklerini görünce yanlarına oturdum ve anlatın bildiklerinizi dedim:kırmadılar beni, anlattılar..
Kalecikkaya internet sitelerinde yazılı, Kalecikkaya’nın tarihi ile ilgili bilgi ve isimler onların anlatımlarıdır: her ne kadar adları geçmese de… Ancak anlattıkları kopuk kopuktu;. verdikleri isimler çoğunlukla lakaptı: birleştirmek, yaşayan nesil ile ilişkilendirmek mümkün olmuyordu.. Halbuki Kalecikkaya kaç hane dendiğinde 60’lı rakamlar telaffuz ediliyor; hane reisleri sorulduğunda yalnızca soyadı olan 32 hane sayılabiliyordu ; Çünkü, hane kurucuları ya soyadı almadan bu dünyayı terk etmişlerdi ya da soyadı almalarına rağmen erkek çocukları olmadığı , kız çocukları da evlendikleri hanenin soyadını aldıklarından haneleri kapanmış; yerlerine başkaları yerleşmiş ve onlar unutulmuştu..
Köyümüzün kuruluşuna önderlik eden ilk muhtar büyük dedem Ahmet Kâhya ile başladım, araştırmalarıma. çünkü o da soyadı almamıştı ve erkek çocuğu da yoktu. Üç kızı vardı :ikisi Ayşe ve Leyla (Özkan). Üçüncüsü de yine soyadsız , (Erzade ) Zahide Çetinkaya’nın annesi Rabia idi.
Ahmet’in anne-baba adını ve doğum tarihini de bilmiyordum… Bu nedenle çok zorlandım…O’nu araştırırken bilinmeyen başka hane reislerine ulaştım;bilinmeyenlerden bilinmeyenlere derken 61 hane kurucusunu ;onlardan önceki ve onlardan sonraki kuşak ile kalan 5 hanede 8 kişi olduğunu tesbit ettim,fakat isimlerine ulaşamadım..
Alaca Nüfus Müdürlüğü’ne Mail gönderdim; cevap alamadım…Bilgi edinme hakkımı kullanarak dilekçe yazdım :gelen cevap ile ile 66 haneyi tamamladım…
Kalecikkaya’yı araştırırken akrabalık ilişkileri nedeniyle Gölpınar, Sungurlu, Çorum ve Alaca’da ikamet eden veya evlikler nedeniyle akrabalık ilişkileri oluşmuş olan Tatarlardan ilk 5 kuşaktan bildiklerimi ve ulaşabildiklerimi kendi söylemleri ile; diğerlerini ise sorup-soruşturarak notlarıma aldım.
Bu notları, yaşayan –Allah sağlıklı günler nasip etsin– birinci kuşağın son nesillerinden Gölpınar’dan Naime Alçakır (Ali Dedemin de kız kardeşinin kızı.) ile Kalecikkaya’dan Naile Uygun, Halam Sariye Coşkun ve Eniştem Ahmet Arslan (her ikisine de Allah Rahmet Eylesin) ile gözden geçirdik. Bunları –bugün kapalı olan – Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü’nün Web Sitesindeki bilgilerle karşılaştırdım: eksiklerimi tamamladım. Kırıkkale Nüfus Müdürlüğü’nden Necdet Erkol beyin de büyük katkısı ile derlediğimiz bu bilgileri güncelleştirdik.
Ve Yeğenim Ümit Özkan… Araştırmalarımda en büyük yardımı sağladığı gibi önerilerim doğrultusunda hanelerin şemalandırılmasını ve kitap haline getirilmesini de üstlendi. Ayrıca kitaba fotoğraf koymayı önerdi; Bunu ”Kalecikkaya.com.” sitesinde haber yaptı. Fotoğraf gönderilmesini istedi; Fakat hiç kimse ilgi göstermedi!… İş yine bana düşmüştü: herkesi tek tek arayarak veya haber göndererek, bir yerde zorlayarak toplayabildiklerim ile “Kalecikkaya.com.” sitesinin arşivinde bulunanlar ile benim 1966 yılından itibaren çekmiş olduğum fotoğrafları kitaba koyduk.Bir nevi fotoğraflar için kişilerden birebir izin almış olduk.Çünkü, bazı köylülerimiz fotoğraf vermek istemediler. Saygıyla karşılıyorum.
Eksik varsa bunun bizden kaynaklanmadığının bilinmesini isterim; çünkü BAZI HANE FERTLERİNİ BİR-KAÇ KERE UYARMAMA rağmen fotoğraf göndermediler….
Gölpınar Köylülerimize ait fotoğrafları ise Elvan ÇAĞATAY’ ın kurduğu internet sitesinden yine kendisinin bilgisi dâhilinde temin ettim.
Bu kitabın hazırlanmasında yukarıda isimleri sayılan kişi ve kurumların dışında kimseden bir yardım talep edilmemiştir. Eğer bizden kaynaklanan bir eksik varsa şimdiden özür dilerim.
Biz bir başlangıç yaptık; sonrakiler daha iyisini yaparlarsa ancak memnun oluruz..
Bildiklerini bildiren ve maddi- manevi emeği geçen herkese sonsuz saygılarımla…
Abidin Özkan